Çay Kızılı...



Bardağındaki son yudum çaya dalmış, kuş cıvıltılarının arkadan ve derinden gelen sesiyle sanki havada duruyormuşçasına hafifti. Altındaki ufacık tabure zihninde daha da ufalmış, karşısındaki masa ise adeta bulutlaşmış, sadece çay bardağı ve kuşlar kalmıştı zihninde...

Önünden geçen kalabalıkla birlikte, birden döndü yine o tehha sokağa; zihninin kalabalık yollarından... Güneş girdiği her boşluktan sokağı doldurmakta, tatlı bir 'akşama doğru' havası katmaktaydı mekana. Okuldan çıkalı bir hayli zaman olmuştu ama bu salaş mekanı bırakıp da hiç eve gidesi yoktu. Son yudum çayı da içip kalkmakla, çayın kızılımsı renginde güneşin dansını izlemek arasında kararsız kalınca bir süre daha düşünmek istedi.

Neden sonra artık gitmeye karar verdiğinde anladı mekanda değişen bir şeyler olduğunu. Evet güneşti değişen. Nasıl da farklılaştırıyordu mekanın çehresini. Az önce gülen duvarlar şimdi güneşten yoksun somurtuyordu resmen. Ama o güldü yine, neden bilinmez. Elini cebine attığında çayın parasını vermek için, irkildi birden. Cüzdanını okulda unutmuştu. Neyse ki çay borcu kadar bozukluğu vardı iç cebinde. Ödedi ve çıktı.

Cüzdanını yolda düşürmüş olma ihtimali içini kemirmiyor değildi ama cüzdanını orada unutmuş olma ihtimali nedeniyle sırasının altını yoklamak için, yarından önce yeniden Bahar Lisesi'nin yolunu tutmuş olmak - hele güneşin şehri en güzel rengine bürüdüğü bu saatlerde- tüm kuruntularından arındırmıştı onu...

Yürüdü, yürüdü. Yolun sonuna geldiğinde artık o da şehrin rengine boyanmıştı. Sarı, turuncu ve en nihayetinde kızıl. Tıpkı dakikalar önce içtiği son yudumdaki çay kadar kızıl...

Yorumlar