Veranda'da Bir Gün...




Günlerdir devam eden Döngü Kasabası konaklamamız bu gece sona eriyor. Yola çıkmak için çok da bir hazırlık yapmaya gerek yok. Sadece yanımıza bir kaç kıyafet ve biraz da yiyecek almamız yeterli. Böyle anlatınca yolumuz uzak sanılmasın. Uzak değil ama aslında uzun...

Bu akşam da dostlarla yemeğimizi yedikten sonra kahvelerimizi yudumlamaya başlarken gözümüz de bir yandan gülümsemelerin yükseldiği bu mükellef sofrada hala... Közlenmiş patates, köy ekmeği, tuz ve elma... Kelimeler uzak olsa da görüntü birbirine çok yakın aslında ve tabi ki kardeş sayılabilecek lezzetler...

Eskimiş tahtaların altıya böldüğü ve buğulu dikdörtgen pencereden dışarıyı görebildiğim kadarıyla kar hala devam ediyor. Ama yolumuz duyduğum kadarıyla açık. Yoksa bu kadar hazırlık neden?

Bu defa Döngü'den kırsala değil, başkente döneceğiz. Ve sizler Veranda Cumhuriyeti'nin başkenti ile ilk kez tanışacaksınız: Taraça...

Birbirine bitişik duvarları, ıslak kaldırımları ve her daim bir su sesinin size eşlik ettiği yollarıyla Taraça... Uzun zaman oldu görmeyeli o yüksek kuleleri, duvarları kadife yeşiline çalan yosunlu eski evleri. Ben de özledim. En son cumhuriyetin kuruluşunun kutlandığı o neşe dolu günlerde oradaydım ben de. Sonra köşeme çekildim yine. Ama Taraça'ya her ne kadar neşe hakim olsa da yine kuytuda bir yerde bir parça hüzün saklar bu şehir. Lazım olduğunda sunmak için sanki.

İşte yola çıkma zamanı geldi çattı. Dostlara bir daha ki buluşmaya kadar kendilerine iyi bakmalarını tenbihleyip eşyalarımızı at arabasına yüklüyoruz. Arabacı da aslında bizden daha heyecanlı. Çünkü daha sonra bize yol boyunca da anlatacak olduğu gibi sıcak evine, eşine ve çocuklarına kavuşacak olmanın heyecanı içinde. Anlayacağınız Taraça'yı uzun süre sonra görecek olan sadece bizler değiliz...

...ve yolculuk başlıyor. Arabanın üzerindeki tahta ve brandalar her ne kadar kalın ve sıkı tutturulmuş olsa da sert esen rüzgar yine de bize değecek bir boşluk bulmayı başarıyor. Ancak sohbetin ve kahkaların sıcaklığı bizleri üşütmüyor. Sözlerin yerini sükûnetin aldığı dakikalarda ise gözler dışarıya kayıyor. 

Gecenin karanlığını aydınlatan kar beyazı, Taraça'ya yaklaşan vadi üzerinde şekerimsi bir pembeliğe dönüşüyor. Yol boyunca bize eşlik eden değirmenler ise sanki temiz havayı bize yetiştirmek için birbiriyle yarışıyor. Uyku da işte tam bu sırada biniyor arabaya...

Büyük ihtimalle önceki gece yaşanan fırtınada yola devrilmiş olan ağacı kaldırmak için durduğumuz bir anda uyanıyorum ve arabanın kenarında bize siperlik eden örme duvara takılıyor gözlerim. Gözlerim duvarım taşları üzerinde gezerken güneş de kendini bizimle yeniden tanıştırmaya hazırlanmaya başlıyor. Her değirmenin kolları arasında bir görünüp bir kaybolan güneşin dansına arabamızdan yükselen mızıka melodileri eşlik ediyor.

İlk durağımız Taraça dışındaki köyler oluyor. Her geçtiğimiz köyde karşılaştığımız kişilerin ikramı arabadaki yükü neredeyse iki katına çıkartıyor. Son köyde elimize tutuşturulan taze sütleri tahta kupalarda içerken artık gözlerimiz yeniden uykuya yenilmek üzereydi. Uyanmak için ise imdadımıza yetişen Taraça Deresi oldu. Derenin cılız kollarından birinin yanında durarak hem kahvaltımızı yaptık hem de derenin soğuk suyunun her damlasının içinde yer alan enerjiyi adeta gözeneklerimizden damarlarımıza karıştırarak bizi Taraça'ya taşıyacak son gücü de kendimizde bulmuş olduk.

Aslında bu dere kenarındaki kahvaltı keyfi hiç de hesapta yoktu ancak, köylülerin ikramları arasında bize gülümseyen, buğday ekmeği ve bembeyaz peynirleri görünce daha fazla dayanamadık. Havanın Taraça çevresinde ılık olması da bizleri cesaretlendirince kuruverdik soframızı derenin kenarındaki bir taşın üzerine.

Kahvaltı sofrasından başımızı kaldırdığımızda güneş artık bize daha yüksekten selam vermekteydi ve Taraça'nın kuleleri de artık sislerin arasından sıyrılmaya başlamıştı. Arabayla 20 dakika daha gittikten sonra arabacı eşyalarımızı indirmemize yardımcı oldu ve ailesinin yanına doğru yoluna devam etti. Biz ise yine kısa bir yürüyüşten sonra kalacağımız evin kapısına varmıştık bile. İşte o siyah taştan duvarlar, zamandan hiç haberi yokmuşçasına sakin akan suyun sesi ve biz gelmeden az önce şehri tekeden yağmurun kaldırımdaki ayak izleri...

Kapının tokmağını oynatır oynatmaz kapı açılıyor ve içeri giriyoruz...


Yorumlar