Önce Akdenizli çerçeve sonra Asyalı çay...


 
Elleri cebinde çıktı evden. Hava daha yeni yeni soğumaya başlamıştı şehrinde. Hani kaldırımları, tümsekleri düşercesine yürürsün ya, işte öyle gidiyordu yolda. Ellerini de ceplerine ödünç vermemiş miydi zaten? Düşecek bile olsa, yerle bir an önce buluşacaktı işte elleri araya giresiye kadar.
 



Sanki uzun süredir beklediği otobüs gelmiş hem de boş gelmişcesine, ya da aradığı bir adresi eliyle koymuşcasına buluncaki sevinci gibi sevinmişti çerçevenin karşısına oturunca.




Köşeleri döndü birer birer. Dilinde bilmediği dillerin şarkılarını mırıldanarak. Aklında içeceği çayın tadını düşleyerek. Gözünde bir arayış 'acaba hangi çerçeveye baksam' diye.

Kafe Kundera'dan içeri girdiğinde oturacağı masadan önce duvarda hangi çerçeveye baksam diye bir seçim yarışının içine girdi. Önceden aklına bir Akdeniz sahil kasabası gölgesi düşmüştü ama bu fikir pek tabi bir kuzey Avrupa balıkçı kasabasına da dönüşebilirdi. Ama Akdeniz ağır bastı ve çektiği sandalyenin tam karşısında şimdi doğu Akdeniz'in güzel mi güzel bir sahil parçası duruyordu. Mavi çerçeveli bu fotoğraf diklemesine yaklaşık 1 metre boyunda ve daha çok beyaz tonlardaydı.

Sanki uzun süredir beklediği otobüs gelmiş hem de boş gelmişcesine, susamış da 'daha suya ulaşmama çok var' derken birden karşısında şişelerce su çıkmışcasına ya da aradığı bir adresi eliyle koymuşcasına buluncaki sevinci gibi sevinmişti çerçevenin karşısına oturunca.

Gözleri fotoğraftaki manzaraya doyunca aklına geldi içeceği çay için vereceği sipariş. Kafe Kundera'da zaten müşteriler öncelikle çerçevelerle muhatap olduklarından garsonlar da müşterilere fazla ilişmez, öncelikle onların seçimlerini yapmalarını bekler sonra siparişleri toplardı. İşte yine öyle oldu önce doğu Akdeniz manzaralı bir çerçeve sonra da güney doğu Asyalı iyi demlenmiş bir çay...

Yorumlar