Biraz İran biraz aşk…


İran evet… 

Biraz sarı, biraz puslu. Yakın aslında ama uzak gibi… Orada da deniz, kum, güneş var ama değil bizdeki gibi… 

İran evet… 

Ne dedin? Baskı, engelleme, üzüntü mü? Tamam işte aşkı anlatıyor dilin bilmeden aslında… 

Aşk da biraz baskı, engelleme değil midir sizce de? İstekli, gönüllü bir tutsaklı gibi… Bazen de istem dışı gibi gelir belki de. Ülken işte. Ülken de öyle bir yerde. İsteyerek ya da sen istemeden seni sıkan, yeri geldiğinde üzerine basan ama koparamadığın yüreğinden sevgisini, öylesi topraklar değil mi? 

İran deyince bahar gelir, aşk gelir aklıma… Orada doğru bir amacı vardır istediğini giyememenin. Amaç farklı ama aklıma getirdi, aşk da giydirmezdi mesela bana istediğimi. Senin sevdiğini değil onun beğeneceğini giyer giderdin gideceğin yere. Öyle değil mi? E yalansa yalan de… 

İran deyince masal gelir, düş gelir aklıma… Bazen bir keman sesi, bazen bir kitap sayfası… Bazen güzel bir yüz, bazen tarihten silinmiş bazı adamlar ve tayfası. Tozlu raflarda, gençlik çekmecelerimde saklı sanki hepsi. Ama açmaya var cesaretim ve kurcalıyorum aklımın odalarını işte. 

…ve İran deyince şiir gelir renk gelir aklıma… Biraz havadan biraz kumdan. Sarı, mavi ve tabi ki siyah. Örtülerdeki, gecelerdeki, gözlerdeki o siyah. Kara delik gibi bakanı içine çekebilen, o derin o koyu siyah. Renkler geliyor hala aklıma, odam da karanlık sayılır aslında. Ne dersiniz ha? Evet evet tam da şurada. İran’a açılan bir kapı mı var yoksa arkamda?


Yorumlar