Bir afiş yığıldı yere sen yürürken


Bir afişti o sere serpe İstanbul duvarlarında; gündüz güneşin, gece solgun sokak lambasının altında tutunan duvara. Kimi zaman da ya yağmur ya da düşmemek için tutunduğu duvardan destek alan ellerin darbesini yiyordu. 

Sonra rengini kaybetmeye başladı yavaş yavaş ve yüz tuttu bölünmeye. Yağmurdan ıslandı, güneşten sarardı. Gelip geçen çocukların tırnağını bir hançer gibi bağrına saplamasıyla bölündü, dağıldı. 

Önce ‘S’sini kaybetti. Hani şu büyükçe yazının en başındaki. Sonra da taşıdığı cümlenin içindeki tek ‘V’yi yitirdi. Dökülüyordu sanki harfleri, olmayan dudaklarından. Sonra üzerindeki fotoğrafların da yüzleri düşmeye başladı. 

Bir afişti o sere serpe İstanbul duvarlarında… Binlercesinden biriydi duvarda asılı. Önünden gelip geçen, ona bakan belki milyonlardı ama ya gören? Bakan belki 2 milyondu ama gören belki de sadece 1 milyon.

…ve bir sabah beklenen son geldiğinde duvarda birbirinden bağımsız parçalar halinde kalmıştı artık. Elinde çöp bidonlarıyla karşısında duran işçi şöyle bir geri çekilip son kez bakmadı, gördü afişi ve okumaya çalıştı üzerinde yazanı.  

…EN, …İYOR. Yok! …EN, …E, …İYOR. Yok yok! …EN, …YOR. 

En sonun vazgeçti işçi ve son darbeyi indirdi afişe. Afiş, aylardır tutunduğu duvardan yere yığılırken, caddeden iki genç sevgili el ele tutuşmuş, yürüyordu. Erkek, kızın kulağına eğildi ve şu cümleyi fısıldadı: SENİ SEVİYORUM. 

Afiş, yığıldığı yerden son adresine doğru yol alırken duyulan son ses oldu bu iki kelimenin oluşturduğu cümle ve afişi orada son dillendiren de yine bu iki kişi oldu.



Yorumlar