Sahi ne var bu Eyfel Kulesi'nde?


Kule şehirleri, kuleli şehirler… Bir kalenin etrafına kurulmuş şehirler vardır da kuleler şehirlerden sonra o şehrin ortasına kurulurlar genelde ya da yüksek bir yerine. Ama bazıları öyle görünür ki sanki şehir kuleden sonra, kulenin etrafında yayılmaya başlamış gibidir. 

Şehirdeki her ev kuleyi kıyısından köşesinden görebilmek için seçmiştir sanki evinin yerini. Balkonundan, penceresinden hiç olmazsa çatısından az da olsa o şehrin simgesi olan kuleyi görebilmek istemiştir sanki o şehrin her sakini. 

Zamanı oldukça sırtını kulesine dayayarak belki gazete okumuş, belki bir fincan kahvesini içmiştir. Ama hiç olmazsa akşamları yatmadan önce pencereden ışıklar içinde ve adeta ‘Ben burada şehri temsil ediyorum, siz uyuyabilirsiniz, iyi uykular’ der gibi dikilip duran kulesine bir selam verip öyle uzanmıştır yatağına. 



Şehrinin kulesine bu anlamı yükleyenlerin çoğunlukta olduğu kentler sanki diğer başka şehirlere de ihraç eder bu duygularını ve artık ilk dikildiğinde sadece o şehrin ve hatta belki de o şehrin tamamının bile değil sadece birkaç semtinin kulesi olan o yapı artık birden fazla şehrin kulesi olmuştur. 

İstanbul’un Galata Kulesi veya Paris’in Eyfel Kulesi de bu kulelere birer örnek olabilir. Resimlerde, tablolarda, hatıra fotoğraflarında, bilgisayarların masa üstlerinde, evlerin duvarlarında, hediyelik eşyalarda ve anahtarlıklarda. Evlere girerken, kapıları açarken, internette dolaşırken hep o simge kuleler… 

İnsan bazen kendi kendine sorabilir ‘Sahi ne var bu Galata’da Eyfel’de’ diye… 

Bir aidiyet duygusu, sıcak bir kahve kokusu, sararmış bir gazete yaprağı ve o ülkenin dalgalanan bayrağı… Evinin yeni dekore ettiğin ya da aile büyüklerinden kalma eşyalarla süslü bir köşesinde bir yorgunluk kahvesi içer gibiysen eğer sen de şehrinin simge kulesinin dibindeyken; işte orası da sana evin gibi gelebilir ve daha iyi anlarsın o zaman bir yönüyle neden o kulenin dünyanın dört bir yanında evlerin içine kadar girdiğini…



Yorumlar