İşte böyle günlerden birisiydi onun için de sokağa adımını attığında. Gideceği yerler hep bellidir. O yüzden düşünmez normalde kapısından çıktığında evinin; sağa mı dönsem diye yoksa sola mı? Yine aynı yoldan gitti, gitti. Ama o gün aklında bir renk vardı bir de koku. Beyaz ve tarçın. Nereden çıkmıştı şimdi? Beyazı nerede gördü bugün nerede duydu kokusunu tarçının? Rüyasında mı acaba, hatırlamıyor. Yürümeye devam etti.
Böyle durumlarda ilacı olan mekan belliydi. Kafe Kundera... Ayakları onu yine oraya götürdü, bileti ise belliydi: Beyaz ve tarçın. Mekan yine aynıydı, bıraktığı gibi aylar öncesinde. Sessiz, sakin, biraz sıcak bir o kadar da serin. Kimse içeri giren yeni biri olarak yüzüne bile bakmadı. Normalde yadırganır 'yüzüne bakılmamak' ama Kafe Kundera'da bu yapılırsa yadırganır doğal olarak.
Sonra düşündü kapıyla masalar arasındaki o kısa mesafede. Durmayı sevmezdi yol ortasında bazıları gibi. Yürürken düşünmeyi seçerdi çoğu zaman. Ve buldu duvardaki onlarca fotoğraftan hangisinin karşısına oturacağını. Beyazlara bürünmüş bir şehir vardı işte tam sağındaki masanın karşısında. Siparişini tarçından yana kullandı. Tarçın kokan sıcak bir içecek ve otururken gözüne ilişti karşılıklı oturmayı seçtiği fotoğrafın hangi şehirde çekildiğini yazan yazı: Helsinki...
Yorumlar
Yorum Gönder